Binlerce yıllık geçmişe sahip, doğal güzellikleri ile nefes kesen bir coğrafya: Datça
Muğla'nın eşsiz güzelliklere sahip ilçelerinden biridir Datça. Ege Denizi'ne uzanan bir yarımada üzerine kuruludur bu sevimli ve seyrine doyum olmayan ilçe. Akyaka Gökova ve Hisarönü körfezlerine arasında yer alan Datça, bakir koyları, eşine başka bir yerde rastlayamayacağınız bükleri, yemyeşil ormanları ve mavinin her tonunu görebileceğiniz denizi ile sizi kendine aşık edecek.
Datça'da ne yapılır, nereler görülmeli diye merak ediyorsanız aşağıdaki yazımıza göz atabilirsiniz.
Datça'da yapılacak en güzel şeylerden biri şüphesiz Datça'nın eşsiz büklerini ve koylarını gezmek. Datça Merkez'den yaklaşık 20-25 dakikalık uzaklıkta yer alan bu koylara giderken yanınızda güneşten korunmak için şemsiye, denizin altındaki güzellikleri görmek içinse şnorkel takımınız olsun. Datça'da mutlaka görmenizi tavsiye ettiğimiz bükler Mesudiye Köyü'ndeki Hayıtbükü, Ovabükü, Palamutbükü ve Kızılbük.
Yan yana dizili olan bu koylar eşsiz bir güzelliğe ve sakinliğe sahip. Doğa ile iç içe olacağınız bu koyları mutlaka gezin. Bu koylarda denize girebilir, güneşlenebilir, sahilde yer alan sevimli ve küçük restoran ve kafelerde yemeyk yiyip, içkinizi içebilirsiniz.
Datça'da gün batımını izleyebileceğiniz en güzel yerlerden biri Knidos Antik Kenti'dir. Binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan bu antik kent deniz kenarına kuruludur. Harabelerde dolaşabilir, fotoğraf çekebilir, muhteşem Datça Yarımadası manzarasının keyfini çıkarabilirsiniz.
Datça'da yapılabilecek en güzel aktivitelerden biri de tekne turuna çıkmak. C,var koylara günlük tekne turlarının düzenlendiği Datça'da doğayı keşfetmenin en keyifli yollarından biridir tekne turu.
Datça Merkez, pek çok balık restoranının, sevimli kafelerin, hediyelik eşya satan dükkanların bulunduğu bir yer. Bu mekanları keşfedebilir, Ege Denizi'nin en taze lezzetlerini tadabilir, sevdiklerinize Datça hatırası hediyelik eşyalardan satın alabilir, deniz kenarında yürüyüşler yapabilirsiniz.
Datça'ya gittiğinizde lokma tatlısını, taze bademi, balı, zeytin yağını tatmadan dönmeyin.
Datça Yarımada'sının tarihi denize bakar. Datça topraklarında bilinen ilk insan topluluğu Karialılar'dı. Onlar buraya yerleştiklerinde tarih 4000 yıl önceydi. Sonra Mikenler ve Dorlar Datça güneşinin altında uygarlıklar kurdular. Onları Lidyalılar, Persler, Büyük İskender, Rodoslular, Roma ve Bizanslılar izledi. Bölge, Osmanlı egemenliğine girdikten sonra 1909'da Reşadiye adını aldı.
Tekir Burnu'ndaki Dorların kurduğu Knidos'tan önce, bir Knidos daha vardı. Bu eski Knidos'un toprak altındaki kalıntılarını ortaya çıkarmak için Dalacak Burnu'ndaki Burgaz ve Emecik yolu üzerindeki Sarı Liman'da kazılar yapılıyor. Burgaz kazılarında iki liman, deniz surları ve şarap imalathanesi ortaya çıkarıldı. Emecik'te 1998'de başlayan kazılarda bir Apollon Tapınağı bulundu.
25 Mart 2013 Pazartesi
18 Mart 2013 Pazartesi
MUĞLA MUTFAĞI
Muğla mutfağı
Zengin bitki örtüsünün oluşturduğu Muğla mutfağı, doğada yetişen her tür sebzeyi kullanmayı başarmış. Genellikle zeytinyağlıların ağırlıkta olduğu bu mutfakta zengin et yemeklerine de rastlamak mümkün.
Ege beslenmesinin genel özelliklerini Muğla mutfağında da görmek mümkündür. Sebze ve yabanıl bitkiler, zeytinyağlılar yöre beslenmesinde önemli bir yer tutar. Bölge nüfusunun büyük bir kısmını oluşturan Yörükler arasındaysa beslenmenin temel öğeleri et ve süttür. Sebze kurutma, pekmez, reçel, tarhana, keşkek yapımına dayalı ev içi beslenme geleneği, toplumsal değişime koşut bir süreç izler. Seracılığın yörede yaygınlaşmasının ardından, meyva ve sebze üretimi pazara yönelik bir nitelik kazanmıştır.
Muğla mutfağında sebzeler yaygın olarak tüketilir...
Baklagiller ve sebze çeşitleri Muğla mutfağının en sık rastlanan yemeklerini oluşturur. Patlıcan en yaygın kullanılan sebzedir. Kızartma, salata ve tatlılarda sık sık kullanılır. Genellikle akşam yemekleri için hazırlanan yumurtalı patlıcanda; soğan, domates önce yağda kavrulur. İçine ince ince doğranmış patlıcan eklenir. Üstüne yumurta kırılır ve ateşten alınır. Ekşili biber de yörenin özgün kızartma yemeklerinden biridir.
Salatalarda radika, devetabanı, "gelingülü" de denen gelincik, ebegümeci gibi yabani otlar yaygın biçimde kullanılır. Bu bitkilerden bazıları ise kurutulur ve kış için saklanır. Bölgede yaygın olarak kullanılan bitkilerden biri de bakladır. Öyle ki çiçek açmadan toplanan baklanın yapraklarından dahi salata yapılır. bakla yaprakları önce tuzla iyice oğulur, sonra döğülmüş sarmısak, yağ, limon ya da korukla karıştırılır.
Yabani otlar daha çok kavrularak yenir. Kimi zaman bunların birçoğu bir arada kavrulur. Bu tür yemekler genel olarak "ot kavurması" olarak adlandırılır. Kazayağı, turp otu, tekesakalı, kuşyüreği, sığırdili, tereotu, dalgan, devetabanı, ebegümeci, ıspanak, kişkincik, kuzukulağı, kapçık, ballık gibi bitkiler kavurmanın dışında da değişik biçimlerde tüketilir. Ya yağ, soğan ve salçayla hazırlanan sosla; ya da bulgur veya pirinçle pişirilir. Kimi zaman da üzerine ekşilik katılır.
Sebze yemeklerinin başında bamya, börülce "karnıkara", nohut ve fasulye gelir. Bunlar genellikle zeytinyağlı olarak tüketilir. Baklagiller genel olarak etle birlikte pişirilir.
Et yemeklerine gelince...
Kıyı kenti olmasına karşın Muğlada balığa dayalı bir beslenme biçimi yaygın değildir. Tavuk, ciğer, "biryan" denen kuzu kapama, et kavurması ya da çiftlik kebabı Muğla mutfağında sık rastlanan et yemeklerini oluşturur. Özellikle Marmaris ilçesinde yaygın üretimi olan çam balı, yörenin özgün besin kaynaklarındandır. Kahvaltı ve öğle yemekleri arasında kullanılan baldan "çıtırmak" denen bir tatlı da yapılır. Bu tatlıda kaynatılmış bala kavrulmuş susam konur ve kalıp kalıp kesildikten sonra yenir.
Muğla yemekleri
Tarhana, ara ve dutmeş (çorbalar); çopur, döş, çızdırma, gürlen kebabı, sura, ballık kavurma, dövme köfte ve karın-kumbar dolması (et yemekleri); her tür balık ızgara ve buğulama, pirinçli balık (balık); hardal haşlaması, börülce kavurma, sirken otlaşı, ekşili biber, galli patlıcan (sebze); ballı kabuk, üzüm köftesi, hoşmerim, pekmez reçeli, üzüm, domates, patlıcan ve kabak reçeli (tatlılar) yöreye has mutfak kültürü ürünleri olarak tadılmaya değer lezzette yiyeceklerdir.
Ahtapotlu pilav
1 ahtapot
3 su bardağı pirinç
5 su bardağı su
1/2 çay bardağı zeytinyağı
Tuz
Karabiber
Ahtapotu döverek temizleyip, haşlayın. Küçük parçalar halinde doğrayıp, az yağda kavurun.
Kalan zeytinyağında pirinci kavurun. Ahtapotun haşlama suyunu, tuz ve karabiberini ilave edin. Ahtapotları da ekleyip pişmeye bırakın. Pilav demlendikten sonra servis yapın.
Çökertme
400 gr dana bonfile
8 orta boy patates
2 çay kaşığı karabiber
2 çay kaşığı kimyon
2 çay kaşığı kırmızı biber
400 gr süzme yoğurt
6 diş sarmısak
100 gr tereyağı
Tuz
Sarmısağı dövün ve süzme yoğurt ile karıştırın.
Patatesleri rendeleyin ve kurutun. Kızgın yağda kızartın.
Kevgirle patatesleri alın. Geniş bir tabağa yerleştirin ve yayın. Üzerine süzme yoğurdu dökün.
Bir tavada tereyağını eritin ve tuz ekleyerek bekletin.
Etleri kömür ızgarasında pişirin. Parmak patates şeklinde kesin ve ılık bekleyen tereyağının içine atın.
Baharatları da ilave ederek 8 dakika pişirin.
Etleri süzme yoğurdun üstüne yerleştirin.
Sıcak servis yapın.
Balıklen
1 kg dana ciğeri
2 su bardağı sıvıyağ
4 yemek kaşığı un
Sos için:
1.5 yemek kaşığı margarin
10 diş sarmısak
4 yemek kaşığı un
1.5 yemek kaşığı salça
1.5 yemek kaşığı limon suyu
Dana ciğerini küçük parçalar halinde doğrayın. Una bulayıp tavada kızdırdığınız sıvıyağında kızartın.
Ayrı bir kapta margarin, iri doğranmış sarmısak, un, salça ve limon suyunu kavurun. Sosunuzu hazırlayın.
Kızarmış ciğerleri servis tabağına alın. Üzerine hazırladığınız sosu dökerek servis yapın.
Zengin bitki örtüsünün oluşturduğu Muğla mutfağı, doğada yetişen her tür sebzeyi kullanmayı başarmış. Genellikle zeytinyağlıların ağırlıkta olduğu bu mutfakta zengin et yemeklerine de rastlamak mümkün.
Ege beslenmesinin genel özelliklerini Muğla mutfağında da görmek mümkündür. Sebze ve yabanıl bitkiler, zeytinyağlılar yöre beslenmesinde önemli bir yer tutar. Bölge nüfusunun büyük bir kısmını oluşturan Yörükler arasındaysa beslenmenin temel öğeleri et ve süttür. Sebze kurutma, pekmez, reçel, tarhana, keşkek yapımına dayalı ev içi beslenme geleneği, toplumsal değişime koşut bir süreç izler. Seracılığın yörede yaygınlaşmasının ardından, meyva ve sebze üretimi pazara yönelik bir nitelik kazanmıştır.
Muğla mutfağında sebzeler yaygın olarak tüketilir...
Baklagiller ve sebze çeşitleri Muğla mutfağının en sık rastlanan yemeklerini oluşturur. Patlıcan en yaygın kullanılan sebzedir. Kızartma, salata ve tatlılarda sık sık kullanılır. Genellikle akşam yemekleri için hazırlanan yumurtalı patlıcanda; soğan, domates önce yağda kavrulur. İçine ince ince doğranmış patlıcan eklenir. Üstüne yumurta kırılır ve ateşten alınır. Ekşili biber de yörenin özgün kızartma yemeklerinden biridir.
Salatalarda radika, devetabanı, "gelingülü" de denen gelincik, ebegümeci gibi yabani otlar yaygın biçimde kullanılır. Bu bitkilerden bazıları ise kurutulur ve kış için saklanır. Bölgede yaygın olarak kullanılan bitkilerden biri de bakladır. Öyle ki çiçek açmadan toplanan baklanın yapraklarından dahi salata yapılır. bakla yaprakları önce tuzla iyice oğulur, sonra döğülmüş sarmısak, yağ, limon ya da korukla karıştırılır.
Yabani otlar daha çok kavrularak yenir. Kimi zaman bunların birçoğu bir arada kavrulur. Bu tür yemekler genel olarak "ot kavurması" olarak adlandırılır. Kazayağı, turp otu, tekesakalı, kuşyüreği, sığırdili, tereotu, dalgan, devetabanı, ebegümeci, ıspanak, kişkincik, kuzukulağı, kapçık, ballık gibi bitkiler kavurmanın dışında da değişik biçimlerde tüketilir. Ya yağ, soğan ve salçayla hazırlanan sosla; ya da bulgur veya pirinçle pişirilir. Kimi zaman da üzerine ekşilik katılır.
Sebze yemeklerinin başında bamya, börülce "karnıkara", nohut ve fasulye gelir. Bunlar genellikle zeytinyağlı olarak tüketilir. Baklagiller genel olarak etle birlikte pişirilir.
Et yemeklerine gelince...
Kıyı kenti olmasına karşın Muğlada balığa dayalı bir beslenme biçimi yaygın değildir. Tavuk, ciğer, "biryan" denen kuzu kapama, et kavurması ya da çiftlik kebabı Muğla mutfağında sık rastlanan et yemeklerini oluşturur. Özellikle Marmaris ilçesinde yaygın üretimi olan çam balı, yörenin özgün besin kaynaklarındandır. Kahvaltı ve öğle yemekleri arasında kullanılan baldan "çıtırmak" denen bir tatlı da yapılır. Bu tatlıda kaynatılmış bala kavrulmuş susam konur ve kalıp kalıp kesildikten sonra yenir.
Muğla yemekleri
Tarhana, ara ve dutmeş (çorbalar); çopur, döş, çızdırma, gürlen kebabı, sura, ballık kavurma, dövme köfte ve karın-kumbar dolması (et yemekleri); her tür balık ızgara ve buğulama, pirinçli balık (balık); hardal haşlaması, börülce kavurma, sirken otlaşı, ekşili biber, galli patlıcan (sebze); ballı kabuk, üzüm köftesi, hoşmerim, pekmez reçeli, üzüm, domates, patlıcan ve kabak reçeli (tatlılar) yöreye has mutfak kültürü ürünleri olarak tadılmaya değer lezzette yiyeceklerdir.
Ahtapotlu pilav
1 ahtapot
3 su bardağı pirinç
5 su bardağı su
1/2 çay bardağı zeytinyağı
Tuz
Karabiber
Ahtapotu döverek temizleyip, haşlayın. Küçük parçalar halinde doğrayıp, az yağda kavurun.
Kalan zeytinyağında pirinci kavurun. Ahtapotun haşlama suyunu, tuz ve karabiberini ilave edin. Ahtapotları da ekleyip pişmeye bırakın. Pilav demlendikten sonra servis yapın.
Çökertme
400 gr dana bonfile
8 orta boy patates
2 çay kaşığı karabiber
2 çay kaşığı kimyon
2 çay kaşığı kırmızı biber
400 gr süzme yoğurt
6 diş sarmısak
100 gr tereyağı
Tuz
Sarmısağı dövün ve süzme yoğurt ile karıştırın.
Patatesleri rendeleyin ve kurutun. Kızgın yağda kızartın.
Kevgirle patatesleri alın. Geniş bir tabağa yerleştirin ve yayın. Üzerine süzme yoğurdu dökün.
Bir tavada tereyağını eritin ve tuz ekleyerek bekletin.
Etleri kömür ızgarasında pişirin. Parmak patates şeklinde kesin ve ılık bekleyen tereyağının içine atın.
Baharatları da ilave ederek 8 dakika pişirin.
Etleri süzme yoğurdun üstüne yerleştirin.
Sıcak servis yapın.
Balıklen
1 kg dana ciğeri
2 su bardağı sıvıyağ
4 yemek kaşığı un
Sos için:
1.5 yemek kaşığı margarin
10 diş sarmısak
4 yemek kaşığı un
1.5 yemek kaşığı salça
1.5 yemek kaşığı limon suyu
Dana ciğerini küçük parçalar halinde doğrayın. Una bulayıp tavada kızdırdığınız sıvıyağında kızartın.
Ayrı bir kapta margarin, iri doğranmış sarmısak, un, salça ve limon suyunu kavurun. Sosunuzu hazırlayın.
Kızarmış ciğerleri servis tabağına alın. Üzerine hazırladığınız sosu dökerek servis yapın.
11 Mart 2013 Pazartesi
ÇEŞME
Antik Çağ'da en eski yerleşik uygarlıklardan İon medeniyetleri ile başlar Çeşme'nin tarihi. 13 İon kentinin neredeyse en güçlü oluşumlarından biri bu topraklarda hüküm sürmüştür.
Çeşme'nin tarih sayfalarına geçen ilk yerleşimi olan Erythrai Antik Kenti, Roma İmparatorluğu hükümdarlığına girene dek, bu topraklarda, Pers akınlarından Yunan savaşlarına ve siyasi çekişmelere kadar türlü zorluklara direndi. Nihayet dünyanın o güne dek gördüğü en büyük imparatorluk olan Roma İmparatorluğu bölgeye hâkim olduğunda, başta Çeşme Yarımadası tarihinin en baş döndürücü gelişimini yaşadı.
Modern bilimin alfabesini belirleyen bu medeniyet, kendi gelişimini, bilgisini ve aklını yansıttı bu topraklara. Dağı taşı elleri ile oydu, işledi, bağ yaptı. Doğu - batı medeniyetlerini birleştiren bu geçiş kapısında, ticaretin akışına yön verdi. Bizans'ı Osmanlı'yı gördü geçirdi. İranlı'dan Yunan'a, Yahudi'den Arnavut'a, Kazak'tan Çerkez'e, Boşnak'tan Rum'a, İtalyan'dan Finikeli'ye, kavimlerinden imparatorluklara, nice kültür ve medeniyeti harmanladı bu topraklar.
Batının penceresinden doğunun başladığı nokta, doğunun gözüyle batıya açılan son kapı olmuştu. Yurdumuzun dört bir yanından ve hatta yurt dışından, bu diyara bir kez olsun yolu düşen, Çeşme sevdalısı olur çıkar... Çünkü burada dokunacak çok tarihi eser, görülecek çok doğa harikası mevcuttur…
Osmanlı Donanması'nda bulunan askerlerin duraklarından olan Çeşme, bu leventlere yıllarca su sağlamıştır. Bu nedenle ismi Çeşme'dir ve beldede birçok ünlü çeşme yer alır. Her çeşmeye de beldenin ileri gelenlerinin isimleri verilmiştir.
Çeşme'nin en eski yerleşim alanlarından biri Germiyan'dır. Osmanlı mimarisinin özelliklerinin görüldüğü bu belde, tipik bir Ege köyüdür ve Çeşme'de olup doğallığını koruyabilmiş nadir yerleşkelerdendir.
Çeşme'de Ildır tarihi kentine gün batımını izlemeden, Dalyan'da balıkçıları seyretmeden, Aziz Haralambos Kilisesi'ni görmeden, Ovacık'taki üzüm bağlarından bir salkım tatmadan dönmeyin. Çeşme Kalesi'ni gezmeden, Çeşme kaplıcalarında dinlenmeden de dönmek olmaz hani. Çeşme gece hayatı da anlatıldığı kadar var, bir akşamınızı da bu akşamlara ayırın…
Çeşme'nin tarih sayfalarına geçen ilk yerleşimi olan Erythrai Antik Kenti, Roma İmparatorluğu hükümdarlığına girene dek, bu topraklarda, Pers akınlarından Yunan savaşlarına ve siyasi çekişmelere kadar türlü zorluklara direndi. Nihayet dünyanın o güne dek gördüğü en büyük imparatorluk olan Roma İmparatorluğu bölgeye hâkim olduğunda, başta Çeşme Yarımadası tarihinin en baş döndürücü gelişimini yaşadı.
Modern bilimin alfabesini belirleyen bu medeniyet, kendi gelişimini, bilgisini ve aklını yansıttı bu topraklara. Dağı taşı elleri ile oydu, işledi, bağ yaptı. Doğu - batı medeniyetlerini birleştiren bu geçiş kapısında, ticaretin akışına yön verdi. Bizans'ı Osmanlı'yı gördü geçirdi. İranlı'dan Yunan'a, Yahudi'den Arnavut'a, Kazak'tan Çerkez'e, Boşnak'tan Rum'a, İtalyan'dan Finikeli'ye, kavimlerinden imparatorluklara, nice kültür ve medeniyeti harmanladı bu topraklar.
Batının penceresinden doğunun başladığı nokta, doğunun gözüyle batıya açılan son kapı olmuştu. Yurdumuzun dört bir yanından ve hatta yurt dışından, bu diyara bir kez olsun yolu düşen, Çeşme sevdalısı olur çıkar... Çünkü burada dokunacak çok tarihi eser, görülecek çok doğa harikası mevcuttur…
Osmanlı Donanması'nda bulunan askerlerin duraklarından olan Çeşme, bu leventlere yıllarca su sağlamıştır. Bu nedenle ismi Çeşme'dir ve beldede birçok ünlü çeşme yer alır. Her çeşmeye de beldenin ileri gelenlerinin isimleri verilmiştir.
Çeşme'nin en eski yerleşim alanlarından biri Germiyan'dır. Osmanlı mimarisinin özelliklerinin görüldüğü bu belde, tipik bir Ege köyüdür ve Çeşme'de olup doğallığını koruyabilmiş nadir yerleşkelerdendir.
Çeşme'de Ildır tarihi kentine gün batımını izlemeden, Dalyan'da balıkçıları seyretmeden, Aziz Haralambos Kilisesi'ni görmeden, Ovacık'taki üzüm bağlarından bir salkım tatmadan dönmeyin. Çeşme Kalesi'ni gezmeden, Çeşme kaplıcalarında dinlenmeden de dönmek olmaz hani. Çeşme gece hayatı da anlatıldığı kadar var, bir akşamınızı da bu akşamlara ayırın…
6 Mart 2013 Çarşamba
MİDİLLİ ADASI
Ayvalık’tan feribot ile yaklaşık 2 saatte geçilebilen Midilli adasının limanı, Mitilene'dir. Liman 19. ve 20. yüzyıldan kalma binalar ile çevrilidir. Kentte müzeler, tarihi kaleler, adaya özgü seramik çeşitlerinin satıldığı atölyeler bulunur.
Bir zamanlar kadın şair Sappho'nun yaşadığı Eressos, özellikle görülüp gezilmesi gereken yerler arasındadır. Eressos sahilinde duvarlarda şaire ait yazıları görebilmek mümkün. Bu nedenle dünyanın her yerinden 10 binlerce kadın turist Eressos sahillerine bu yazıları görmek ve sahilde deniz manzarasını seyrederek hayallere dalmak için gelmektedir.
Sahil binalarının çoğu 19’ncu yüzyılın sonlarında ve 20’nci yüzyılın başlarında inşa edilmiş olup görkemli bir fon oluşturur. Eski otel Megali Vretania, Panellinion Kahvesi, Ziraat Bankası binası, eski otel olan Kolones’deki bina, bugün postane olarak kullanılan eski Osmanlı Bankası, Belediye Parkı, valiliğin mermer binası, eski Belediye Binası bunlardan başlıcalarıdır.
Adanın en önemli alışveriş caddesi, Ormos Ermon, günümüzde bile hala, bir Ortadoğu pazarının canlılığını ve talaşıyla, kıpır kıpır bir hareketlilik barındırır. Kordon boyunca limanın kuzeyinde ve havaalanına doğru güneyde bulunan, 18’nci yüzyıl tarihli villalar gerçekten görülmeye değer. Osmanlı tüccarlarının yaptırdığı villalar, 1920’lerdeki nüfus mübadelesi sırasında terk edilmiştir.
Midilli’ye gidip de Midilli Ortaçağ Kalesi’ne çıkmamak olmaz. Mutlaka çıkın ve çevreyi seyredin. Kale, Midilli limanına yakın, çamlık bir tepenin zirvesinde inşa edilmiştir. Ege’deki en büyük kalelerden biridir. İnşasına, antik yapı malzemesi kullanılarak, Bizans döneminde başlanan kale, Cenevizliler döneminde 1373 yılında tamamlanmıştır. Kalenin içinde, savaş zamanlarında şehrin kadın ve çocukları için barınak olarak kullanılan yeraltı pasajları ile 4000 metreküplük bir sarnıç bulunmaktadır. Günümüzde, bu kale yaz aylarında kültür etkinliklerinin yapıldığı bir yer olarak kullanılmaktadır.
Theofilos Hacımihail Müzesi, Midilli şehrinin Varya semtindedir. Müzenin salonlarında, halk ressamı Theofilos’a ait, Teriade’nin özel koleksiyonundan Midilli Belediyesi’ne hibe edilen, 86 eser sergilenir. Eserlerin çoğu sanatçının resim yaşamının olgunluk periyoduna ait ve özel renk uyumları, resimlenen kişilerin gerçekçi orijinalliği, canlılığı ve halk ressamının doğasında bulunan içtenlik duygusu ile ün kazanmıştır.
Midilli şehir merkezinde Bizans Sanatı Müzesi bulunur. 1978 yılında, Ayas Therapontas kilisenin karşısında inşa edilmiştir. Müzede, Bizans ve Bizans sonrası dönemlerden önemli dini eşyalar sergilenir. Sergilenen eserler arasında paha biçilmez ikonlar, dini eşya ve kıyafetler, tahta oyması işler, ender el yazmaları ve eski dini kitaplar var. Özellikle ressamları bugün bile meçhul olan, üç tane büyük boydaki ikon görülmeye değer.
Midilli şehrinin, kuzeybatı ucundaki çamlık Aya Kiriaki tepesinde Midilli Antik Tiyatrosu yer alır. 1958 yılında yapılan arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Mükemmel bir akustiği vardır ve 15 bir kişilik seyirci kapasitesi bulunmaktadır.
Bir zamanlar kadın şair Sappho'nun yaşadığı Eressos, özellikle görülüp gezilmesi gereken yerler arasındadır. Eressos sahilinde duvarlarda şaire ait yazıları görebilmek mümkün. Bu nedenle dünyanın her yerinden 10 binlerce kadın turist Eressos sahillerine bu yazıları görmek ve sahilde deniz manzarasını seyrederek hayallere dalmak için gelmektedir.
Sahil binalarının çoğu 19’ncu yüzyılın sonlarında ve 20’nci yüzyılın başlarında inşa edilmiş olup görkemli bir fon oluşturur. Eski otel Megali Vretania, Panellinion Kahvesi, Ziraat Bankası binası, eski otel olan Kolones’deki bina, bugün postane olarak kullanılan eski Osmanlı Bankası, Belediye Parkı, valiliğin mermer binası, eski Belediye Binası bunlardan başlıcalarıdır.
Adanın en önemli alışveriş caddesi, Ormos Ermon, günümüzde bile hala, bir Ortadoğu pazarının canlılığını ve talaşıyla, kıpır kıpır bir hareketlilik barındırır. Kordon boyunca limanın kuzeyinde ve havaalanına doğru güneyde bulunan, 18’nci yüzyıl tarihli villalar gerçekten görülmeye değer. Osmanlı tüccarlarının yaptırdığı villalar, 1920’lerdeki nüfus mübadelesi sırasında terk edilmiştir.
Midilli’ye gidip de Midilli Ortaçağ Kalesi’ne çıkmamak olmaz. Mutlaka çıkın ve çevreyi seyredin. Kale, Midilli limanına yakın, çamlık bir tepenin zirvesinde inşa edilmiştir. Ege’deki en büyük kalelerden biridir. İnşasına, antik yapı malzemesi kullanılarak, Bizans döneminde başlanan kale, Cenevizliler döneminde 1373 yılında tamamlanmıştır. Kalenin içinde, savaş zamanlarında şehrin kadın ve çocukları için barınak olarak kullanılan yeraltı pasajları ile 4000 metreküplük bir sarnıç bulunmaktadır. Günümüzde, bu kale yaz aylarında kültür etkinliklerinin yapıldığı bir yer olarak kullanılmaktadır.
Theofilos Hacımihail Müzesi, Midilli şehrinin Varya semtindedir. Müzenin salonlarında, halk ressamı Theofilos’a ait, Teriade’nin özel koleksiyonundan Midilli Belediyesi’ne hibe edilen, 86 eser sergilenir. Eserlerin çoğu sanatçının resim yaşamının olgunluk periyoduna ait ve özel renk uyumları, resimlenen kişilerin gerçekçi orijinalliği, canlılığı ve halk ressamının doğasında bulunan içtenlik duygusu ile ün kazanmıştır.
Midilli şehir merkezinde Bizans Sanatı Müzesi bulunur. 1978 yılında, Ayas Therapontas kilisenin karşısında inşa edilmiştir. Müzede, Bizans ve Bizans sonrası dönemlerden önemli dini eşyalar sergilenir. Sergilenen eserler arasında paha biçilmez ikonlar, dini eşya ve kıyafetler, tahta oyması işler, ender el yazmaları ve eski dini kitaplar var. Özellikle ressamları bugün bile meçhul olan, üç tane büyük boydaki ikon görülmeye değer.
Midilli şehrinin, kuzeybatı ucundaki çamlık Aya Kiriaki tepesinde Midilli Antik Tiyatrosu yer alır. 1958 yılında yapılan arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Mükemmel bir akustiği vardır ve 15 bir kişilik seyirci kapasitesi bulunmaktadır.
3 Mart 2013 Pazar
26 Şubat 2013 Salı
ANAMUR
Yazılı kaynaklarda İ.Ö. 4.'yy da bir liman kenti olarak adı geçiyor. Ama çok daha eski tarihlerde de yerleşim olduğu biliniyor. İ.Ö. 8.'yy da Asurluların egemenliğinde olduğuna dair bilgiler var. Daha sonra Anadolu'nun büyük bölümüne hakim olan Perslerin egemenliğine girmiş. İ.Ö. 322'de Seleukoslar yöreye hakim olmuş. Roma İmparatorluğu döneminde İmparator Caligula, Kommagene Kralı 4. Antiochos'a verdi. Antiochos, kent adına para bastırdı. Kommagene egemenliği Roma İmparatoru Valerianus dönemine kadar sürdü. Adının eski Yunanca'da Rüzgarlı yer anlamına gelen anemos kelimesinden türediği düşünülüyor. Deniz ticareti ile zenginleşmiş Akdeniz'deki bütün liman kentleri gibi korsan saldırılarına uğruyordu. Ayrıca Toroslar'da yaşayan kavimlerde kenti karadan tehdit ediyorlardı.
İ.S. 382 yılında Roma lejyonları bu kabilelerin baskınlarına karşı koyabilmek için yeni kent surları yapmak zorunda kalmışlardı. Anamur'daki kiliseler İ.S. 5.'yy a ait. Kentin bu yüzyılda yeni bir parlak dönem yaşadığı anlaşılıyor. Kent İ.S. 650 yılında Araplar'ın Kıbrıs'ı yağmalamalar ile deniz ticaretindeki avantajını kaybetmeye başladı ve gerileme dönemine girdi.
Köşekbükü Mağarası
Mersin'in Anamur ilçesinde bulunan Köşekbükü Mağarası, 20.000 yıllık bir geçmişe sahiptir.
Bundan 15 yıl öncesine kadar fenerlerle ve yakılan çıralarla girilmekteydi; fakat son zamanlarda turizme kazandırmak amacıyla halk ve belediyenin çalışmaları sonucunda elektrik çekilmiştir.
Daha önceleri bu mağaraya ulaşmak için güzel bir yol yoktu; fakat patika yolları da son zamanlarda güzelleştirilmiştir. Özellikle astım hastalarına iyi geldiği bilinmektedir Köşekbükü Mağarası'nın. Ormanlık bir alanda doğanın en güzel parçalarından birini oluşturur. Mağaranın kapısında Türkçe ve yabancı bir dilde mağarayı anlatan bir yazı bulunmaktadır. Anamur gezinizde kesinlikle Köşekbükü Mağarası'nı ziyaret edin. İlginç bir yolculuk arayanların ilgisini gören mağara sizin de ziyaretinizi bekliyor.
Anemurium Antik Kenti
Yaz ayrından tatil bölgesi tercihinizi Mersin'den yana kullandınız. Tadını çıkarıyorsunuz geçen her zamanın. Sonra birden farklı bir şeyler yapmak geliyor içinizden ve ne yapmanız gerektiğine karar veremiyorsunuz.
Tam da bu sırada önerebilecek bir yer sizlere; Anemurium Antik Kenti. Anamur'un güzellikleri arasında kendini gösteren bu antik kent, Ören Antik Kent olarak da bilinmektedir. Tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapan Anemurium Antik Kenti'nde en uzun egemenlik kuran Türklerdir. Türkler dışında; Luviler, Arzavalar, Klikyalılar, Hititler, Asurlular, Romalilar, Bizanslar ve Kueler kendi dönemlerinde antik kente egemen olmuşlardır.
Antik kentte yapılan kazılar sonucunda Kral Titus'tan Valerius'a kadar geçen döneme ait sikkeler bulunmuştur. Bunun dışında hamamlar, gösteri salonu, binaların tabanındaki mozaikler ve diğer muhteşem kalıntılar. İçinde hayat varmışçasına hala ayakta Anemurium Antik Kenti. Değişik ve muhteşem yapılara yakından şahit olmak sizi fazlasıyla etkileyecek. Anamur'a sadece 6 kilometre olan antik kenti mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Mamure Kalesi
Mersin'in Anamur ilçesi sınırlarında olan Mamure Kalesi, Bozdoğan köyündeki deniz kenarında bulunmaktadır.
3. 4. yüzyıllarda Romalılar tarafından yapılan Mamure Kalesi günümüze kadar gelen kalelerin en sağlamlarından biridir.
Romalılardan sonra Bizanslılar ve haçlılar tarafından genişletilmiştir. Tarihte birçok medeniyetin ele geçirdiği kale 1221 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından ele geçirilmiştir ve ardından Karamanoğulları ve Osmanlıların eline geçmiştir. Çok şey görmüş geçirmiştir Mamure Kalesi; fakat buna rağmen hala sağlamlığını korumakta ve görkemli yapısıyla ziyaretçilerine daha sonraki yıllarda da ayakta kalacağının mesajını vermektedir.
Yazılı kaynaklarda İ.Ö. 4.'yy da bir liman kenti olarak adı geçiyor. Ama çok daha eski tarihlerde de yerleşim olduğu biliniyor. İ.Ö. 8.'yy da Asurluların egemenliğinde olduğuna dair bilgiler var. Daha sonra Anadolu'nun büyük bölümüne hakim olan Perslerin egemenliğine girmiş. İ.Ö. 322'de Seleukoslar yöreye hakim olmuş. Roma İmparatorluğu döneminde İmparator Caligula, Kommagene Kralı 4. Antiochos'a verdi. Antiochos, kent adına para bastırdı. Kommagene egemenliği Roma İmparatoru Valerianus dönemine kadar sürdü. Adının eski Yunanca'da Rüzgarlı yer anlamına gelen anemos kelimesinden türediği düşünülüyor. Deniz ticareti ile zenginleşmiş Akdeniz'deki bütün liman kentleri gibi korsan saldırılarına uğruyordu. Ayrıca Toroslar'da yaşayan kavimlerde kenti karadan tehdit ediyorlardı.
İ.S. 382 yılında Roma lejyonları bu kabilelerin baskınlarına karşı koyabilmek için yeni kent surları yapmak zorunda kalmışlardı. Anamur'daki kiliseler İ.S. 5.'yy a ait. Kentin bu yüzyılda yeni bir parlak dönem yaşadığı anlaşılıyor. Kent İ.S. 650 yılında Araplar'ın Kıbrıs'ı yağmalamalar ile deniz ticaretindeki avantajını kaybetmeye başladı ve gerileme dönemine girdi.
Köşekbükü Mağarası
Mersin'in Anamur ilçesinde bulunan Köşekbükü Mağarası, 20.000 yıllık bir geçmişe sahiptir.
Bundan 15 yıl öncesine kadar fenerlerle ve yakılan çıralarla girilmekteydi; fakat son zamanlarda turizme kazandırmak amacıyla halk ve belediyenin çalışmaları sonucunda elektrik çekilmiştir.
Daha önceleri bu mağaraya ulaşmak için güzel bir yol yoktu; fakat patika yolları da son zamanlarda güzelleştirilmiştir. Özellikle astım hastalarına iyi geldiği bilinmektedir Köşekbükü Mağarası'nın. Ormanlık bir alanda doğanın en güzel parçalarından birini oluşturur. Mağaranın kapısında Türkçe ve yabancı bir dilde mağarayı anlatan bir yazı bulunmaktadır. Anamur gezinizde kesinlikle Köşekbükü Mağarası'nı ziyaret edin. İlginç bir yolculuk arayanların ilgisini gören mağara sizin de ziyaretinizi bekliyor.
Anemurium Antik Kenti
Yaz ayrından tatil bölgesi tercihinizi Mersin'den yana kullandınız. Tadını çıkarıyorsunuz geçen her zamanın. Sonra birden farklı bir şeyler yapmak geliyor içinizden ve ne yapmanız gerektiğine karar veremiyorsunuz.
Tam da bu sırada önerebilecek bir yer sizlere; Anemurium Antik Kenti. Anamur'un güzellikleri arasında kendini gösteren bu antik kent, Ören Antik Kent olarak da bilinmektedir. Tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapan Anemurium Antik Kenti'nde en uzun egemenlik kuran Türklerdir. Türkler dışında; Luviler, Arzavalar, Klikyalılar, Hititler, Asurlular, Romalilar, Bizanslar ve Kueler kendi dönemlerinde antik kente egemen olmuşlardır.
Antik kentte yapılan kazılar sonucunda Kral Titus'tan Valerius'a kadar geçen döneme ait sikkeler bulunmuştur. Bunun dışında hamamlar, gösteri salonu, binaların tabanındaki mozaikler ve diğer muhteşem kalıntılar. İçinde hayat varmışçasına hala ayakta Anemurium Antik Kenti. Değişik ve muhteşem yapılara yakından şahit olmak sizi fazlasıyla etkileyecek. Anamur'a sadece 6 kilometre olan antik kenti mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Mamure Kalesi
Mersin'in Anamur ilçesi sınırlarında olan Mamure Kalesi, Bozdoğan köyündeki deniz kenarında bulunmaktadır.
3. 4. yüzyıllarda Romalılar tarafından yapılan Mamure Kalesi günümüze kadar gelen kalelerin en sağlamlarından biridir.
Romalılardan sonra Bizanslılar ve haçlılar tarafından genişletilmiştir. Tarihte birçok medeniyetin ele geçirdiği kale 1221 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından ele geçirilmiştir ve ardından Karamanoğulları ve Osmanlıların eline geçmiştir. Çok şey görmüş geçirmiştir Mamure Kalesi; fakat buna rağmen hala sağlamlığını korumakta ve görkemli yapısıyla ziyaretçilerine daha sonraki yıllarda da ayakta kalacağının mesajını vermektedir.
20 Şubat 2013 Çarşamba
Boyoz, İzmir'e özgü ve İzmir damak tadı ile özdeşleşmiş, Türkiye'nin başka yerlerinde, çoğu kez, ya sadece ismi bilinen ya da ismi bile bilinmeyen,yağlı un da denen özgün bir hamurişidir. Başka yerde bulunmadığı veya hakikisi yapılmadığı için, boyozun gurbetteki İzmirliler için özel bir anlamı vardır.
Boyozu İzmir mutfağında 1492 sonrasında İspanya'dan kovularak İzmir'e yerleşen Sefarad Yahudi toplumunun kazandırdığı konusunda bütün kaynaklar hemfikirdir. Yine İspanyol kültürünün uzantıları olan Arjantin, Şili, Peru, Meksika gibi ülkelerde de, özellikle Sefarad kökenli nüfus grupları arasında ve özellikle peynirli ve ıspanaklı türleri sıklıkla hazırlanmakla ve beğeni ile tüketilmektedir.
Boyozun ilk çıkışını atık hamur malzemesinin değerlendirilmesine bağlayan kaynaklar bulunmaktadır. Boyoz ismi de, neredeyse kesin surette, İspanyolca "bollos" (bohça) kelimesinden türemiştir. İzmir dışında hiçbir şehirde ticari olarak piyasaya sunulmadığından İzmir'in böreği olmuştur. Rivayete göre, İzmir'de boyozun en iyisini Boyozcu Avram Usta yapmış, o öldükten sonra İzmir'de boyozlar "Avram Usta'nın boyozu" adı altında satılmıştır. Avram Usta'nın devrettiği geleneği günümüzde Alsancak Dostlar Fırını'nın sahibi Halim Usta ve başka ustalar yaşatmaktadır.
Halim Usta'nın tarifine göre, öncelikle hamur yoğrulup top şeklinde 2-3 saat tavada dinlendirilir. Daha sonra elle tabak genişliğinde açılıp bir süre daha dinlendirilen hamur, daha sonra yine elle sallanır ve tekrar açılır ve rulo yapılıp 1-2 saat daha dinlendirilir. Kulak memesi kıvamında kopma noktasına geldiğinde tavalara sıralanır ve küçük toplar halinde kesilerek yarım saat ile bir saat arasında nebati yağ içinde bekletilir. Çok yüksek ateşte tepsi ile fırınlanmadan önce kat kat, ipince açılmış olan milföy yufkanın arasına içlik malzemesi (peynir, ıspanak vs.) de konulabilirse de, hakiki boyoz sade olur. Hamurun özelliği un, çiçek yağı ve tahin karışımı ve tuzlu olmasıdır.
19 Şubat 2013 Salı
Bergama, Ege Bölgesinin ve bu bölgenin merkezi sayılan İzmir’in kuzeyinde, Bakırçay Havzası’nda kurulmuş eski uygarlık merkezlerinden biridir. Bergama ilçesini kuzeydoğuda Turanlı bucağı, kuzeybatıda Kozak bucağı, batıda Dikili ilçesi, güneydoğuda Kınık ilçesi, güneybatıda ise Zeytindağ bucağı çevrelemektedir.
Doğal sınır olarak Bergama ilçe merkezi kuzeyinde Akropolün karşısındaki Madra Dağları (1338 m.) kuzeybatıda 1051 m. yükselti ile Geyikli Dağı ve Perperene kalıntıları, Astra ve Okçular Kalesi gibi ören yerleri bulunan ünlü Kozak Yaylası, güneybatıda Yaylacık Dağı (1144 m.) ile çevrilir. Kentin batı sınırı Bergama tarihinin en eski kalesi sayılan Teuthrania’yı taşıyan ünlü Kalarga tepesi ile sınırlanır. Doğuda ise Yunt ve Soma Dağları bulunmaktadır.
Bergama Tarihi
Anadolu tarih boyunca Hitit, Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı gibi birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Bergama, İzmir'in kuzeyinde, adı efsanelerden gelen ve bir çok uygarlıklara sahne olmuş bir ilçesidir. Büyük İskender'den sonra Grek ve Anadolu kültür kaynaşmasının doğal sonucu olarak Ege ve Akdeniz kıyılarında parlayan Helenizm uygarlıkları arasında Bergama, en başta gelenidir. Bergama'nın ilk adı Pergamon'dur.
Arkeolojik araştırmalara göre Anadolu dillerinde bulunan asıl kök Perg ve Berg'dir. Amo takısı almaktadır. Buna göre Berg eski bir Anadolu kent sözü kökenidir. Kentin prensi Pergamos adına kurulduğu sanılmaktadır. İlçemizin kuruluşu arkeolojik araştırmalara göre M.Ö.2000 yıllarına kadar gitmektedir. Kent çeşitli kavimlerin etkisi ve egemenliğinde kaldıktan sonra M.Ö.283 yılında kendi krallığını kurmuş, Trakya'dan Kızılırmak'a kadar uzanan bir alanda 150 yıl kadar hüküm sürmüştür.
Bu dönemde kent, tarihi ve kültürel bakımdan altın çağını yaşamıştır. Kent tarihi, konum ve idarecilerin başarısı nedeniyle o dönemde bölgenin ticaret merkezi durumuna gelmiştir. Güvenirliği bütün dünyaya ün salmıştır. Büyük İskender'in hazinesi Lycimashos tarafından Bergama kalesinde saklanmıştır. Bu yüzden Bergama deyince para, servet ve altın akla gelir olmuştur.
Bergama'da ilk ticari değişim aracı olan para basımı M.Ö.5'inci y.y.da yapılmıştır. Bu bakımdan kent sürekli çeşitli krallıkların ve kavimlerin sahip olmak istedikleri bir yer olmuştur. Bergama krallığının bilinen kralları ve hüküm sürdükleri yıllar şöyledir:
Philetairos ( M.Ö 283 - 263 ),
Eumenes ( M.Ö.263-241 ),
I. Attalos ( M.Ö. 241 - 197 ),
II. Eumenes ( M.Ö.197-159 ),
II. Attalos (M. Ö. 159 - 138),
III. Attalos ( M.Ö.138-133 ),
Aristonikos ( M.Ö.133-129 ).
Daha sonra kent Romalıların egemenliğine girmiştir. Roma İmparatorluğu doğu ve batı Roma diye ikiye ayrılıncaya kadar kent yaklaşık 530 yıl Roma egemenliğinde kalmıştır. Bu tarihten sonra, kent Bizans hakimiyetine girmiştir. 800 yıl Bizans egemenliğinde kalan kent, Selçukluların Malazgirt Savaşını kazanmasından sonra Türk kültürünün etkisine girmeye başlamıştır.
1300 yılında Anadolu Türk boylarından olan Menteş Beyliğinin donanma ile Rodos, Manisa ve Aydın bölgesini zaptetmesi ve Sasa Beyin komutasındaki kuvvetleriyle Bergama'yı alması ile Bergama Türk hakimiyetine geçmiştir. 1306'da Karesi Beyliği'ne geçen şehir 1357'de bu beylikten çıkan anlaşma üzerine hiç savaşmadan Osmanlı egemenliğine geçmiştir.
Yıldırım Beyazıt'ın Timur'a yenilmesi şehrin Timur tarafından istilasına yol açmıştır. Fatih döneminde ekonomik ve sosyal güvenceye kavuşan Bergama, Kanuni Sultan Süleyman devrinde Türk, İslam yapıtları ile bambaşka çehreye bürünmüştür. 16.yy'da çıkan Anadolu isyanları Bergama'yı da etkilemiş ve 1700'lü yıllarda Araboğulları soyu Bergama'da hakim olmuş ve bu dönemde geyikli suyu şehre getirilmiş ve ilk İslam kütüphanesi yine bu devirde kurulmuştur.
Şehir daha sonra Karaosmanoğullarının yönetimine girmiş ve 19. yüzyılın ortalarına kadar bu böyle devam etmiştir. 1864 yılında şehir kaymakamlık olmuş, önce Balıkesir'e sonra Manisa'ya daha sonra İzmir'e bağlanmıştır. Cumhuriyet öncesi dönemde yörede Türkler, Rumlar, Yahudiler, Ermeniler yaşamaktaydı.
17 Şubat 2013 Pazar
DİDİM
Didim'deki yerleşim Neolitik Devirde bir Miken kolonisi olarak kuruluyor daha sonra M. Ö. 16. yüzyılda Girit'e geçiyor. Bundan sonra sırasıyla; Persler, Selevkos İmparatorluğu, Attalid Hanedanı, Romalılar ve Bizanslılardan sonra 1071 Malazgirt Savaşı'nda Bizanslıların yenilmesiyle Türklerin eline geçiyor.
1098 de tekrar Bizans kontrolüne geçen bölge 1280 de önce Menteşe sonra 1300 de Aydınoğlu Beyliği'ne geçtikten sonra, 1413 te de 1.Mehmet tarafından Osmanlı İmparatorluğuna katılıyor.
Miletos'un ilerisinde Ionia'nın güney ucunda, Batı Anadolu kıyılarının en etkileyici bağımsız anıtı olarak nitelenen Didyma'da Apollon Tapınağı yer alır. Zamanının en önemli bilicilik ve kehanet merkezlerinden biri kabul edilmektedir. Tapınağın anıtsal boyutları ve benzersiz planı kadar, çok iyi bir durumda korunmuş olması da hayranlık uyandırıcıdır.
Samsun Dağı eteğine kurulan Priene şehri yörenin önemli antik kentlerindendir. Kente girildiğinde, heen sağ tarafta şehrin su ihtiyacını karşılayan 3 sarnıç göze çarpar. Biraz ilerleyince Mısır tanrılarının tapınakları görülür. Bilinen en eski tiyatrolardan olan yapı da yine burada bulunur ve 5000 kişi kapasitelidir. Tiyatronun yanında bulunan Bizans Kilisesi de görülmesi gerekli yerlerdendir.
Didim'de tarihi kalıntılar çok yer aldığından, hepsiniz gezmek için uzn bir zaman ayırmak gerekir. Üstelik sadece tarihle dolu değildir Didim. Bir de harika plajları vardır ki ilk akla gelen Altınkum Plajı'dır. Sığ ve berrak deniziyle yazın tatilcilerin akın ettiği bu plaj çevresinde birçok Didim otelleri ve pansiyonları bulunmakatadır.
Didim'deki yerleşim Neolitik Devirde bir Miken kolonisi olarak kuruluyor daha sonra M. Ö. 16. yüzyılda Girit'e geçiyor. Bundan sonra sırasıyla; Persler, Selevkos İmparatorluğu, Attalid Hanedanı, Romalılar ve Bizanslılardan sonra 1071 Malazgirt Savaşı'nda Bizanslıların yenilmesiyle Türklerin eline geçiyor.
1098 de tekrar Bizans kontrolüne geçen bölge 1280 de önce Menteşe sonra 1300 de Aydınoğlu Beyliği'ne geçtikten sonra, 1413 te de 1.Mehmet tarafından Osmanlı İmparatorluğuna katılıyor.
Miletos'un ilerisinde Ionia'nın güney ucunda, Batı Anadolu kıyılarının en etkileyici bağımsız anıtı olarak nitelenen Didyma'da Apollon Tapınağı yer alır. Zamanının en önemli bilicilik ve kehanet merkezlerinden biri kabul edilmektedir. Tapınağın anıtsal boyutları ve benzersiz planı kadar, çok iyi bir durumda korunmuş olması da hayranlık uyandırıcıdır.
Samsun Dağı eteğine kurulan Priene şehri yörenin önemli antik kentlerindendir. Kente girildiğinde, heen sağ tarafta şehrin su ihtiyacını karşılayan 3 sarnıç göze çarpar. Biraz ilerleyince Mısır tanrılarının tapınakları görülür. Bilinen en eski tiyatrolardan olan yapı da yine burada bulunur ve 5000 kişi kapasitelidir. Tiyatronun yanında bulunan Bizans Kilisesi de görülmesi gerekli yerlerdendir.
Didim'de tarihi kalıntılar çok yer aldığından, hepsiniz gezmek için uzn bir zaman ayırmak gerekir. Üstelik sadece tarihle dolu değildir Didim. Bir de harika plajları vardır ki ilk akla gelen Altınkum Plajı'dır. Sığ ve berrak deniziyle yazın tatilcilerin akın ettiği bu plaj çevresinde birçok Didim otelleri ve pansiyonları bulunmakatadır.
Mango 2013 Bayan Ayakkabı Modelleri
Bu yılın moda çizgileri arasında çivi baskılar,püskülle süslenmiş çizmeler,fetiş sandaletler, abiye ayakkabı tasarımlarında yine platform yapılar mevcut.. Mangonun vazgeçemediği modeller arasında olan metal burunlu babet ve abiye ayakkabıları hala çok tercih edilenler arasında...
Modasını bu senede kaybetmeyen leopar desenli babetleri bu yılda çok iyi koleksiyonları arasında. Ayrıca yeni tasarımları arasında olan metalik cap toe ince topuklu abiye ayakkabı modelleri de muhteşem görüntü ve tarzıyla biz bayanlara baya hitap edeceğe benziyor. Renklerde metalle buluşan pudra pembe ve su yeşili renklerde muntazam beğeni sağlayacak ve tercih edilecek gibi... Bordo/vişne ise bu kışın yeni renkleri arasında yerini aldı bile.
Düz modellerin burnu kapalı olanlarından giyilenleri ve genellikle seçilenleri resimler arasına koyduk. Ayrıca incelediğinizde bilek kemerli olanlar değişik tarzı ortaya koymaktadır. Burnu açık tercih edildiğinde yüksek tabanlı olanların tercih edildiği açıktır. Dikkat çekici modeller arasında burun modellinin farklı renkte olanları olduğunu incelediğinizde göreceksiniz.
Bu katalog ile beraber sizlere daha öncede yayınlamış olduğumuz Mango 2013 Kış sezon koleksiyonunu karşılaştırdığınızda muhteşem kombinleri birleştirdiğinizi fark edeceksiniz. Bayanlar Mango 2013 kış koleksiyonuna ve Mango 2013 ayakkabı koleksiyonuna göz atmadan alışveriş yapmamanız tavsiye edilir.
Bu yılın moda çizgileri arasında çivi baskılar,püskülle süslenmiş çizmeler,fetiş sandaletler, abiye ayakkabı tasarımlarında yine platform yapılar mevcut.. Mangonun vazgeçemediği modeller arasında olan metal burunlu babet ve abiye ayakkabıları hala çok tercih edilenler arasında...
Modasını bu senede kaybetmeyen leopar desenli babetleri bu yılda çok iyi koleksiyonları arasında. Ayrıca yeni tasarımları arasında olan metalik cap toe ince topuklu abiye ayakkabı modelleri de muhteşem görüntü ve tarzıyla biz bayanlara baya hitap edeceğe benziyor. Renklerde metalle buluşan pudra pembe ve su yeşili renklerde muntazam beğeni sağlayacak ve tercih edilecek gibi... Bordo/vişne ise bu kışın yeni renkleri arasında yerini aldı bile.
Düz modellerin burnu kapalı olanlarından giyilenleri ve genellikle seçilenleri resimler arasına koyduk. Ayrıca incelediğinizde bilek kemerli olanlar değişik tarzı ortaya koymaktadır. Burnu açık tercih edildiğinde yüksek tabanlı olanların tercih edildiği açıktır. Dikkat çekici modeller arasında burun modellinin farklı renkte olanları olduğunu incelediğinizde göreceksiniz.
Bu katalog ile beraber sizlere daha öncede yayınlamış olduğumuz Mango 2013 Kış sezon koleksiyonunu karşılaştırdığınızda muhteşem kombinleri birleştirdiğinizi fark edeceksiniz. Bayanlar Mango 2013 kış koleksiyonuna ve Mango 2013 ayakkabı koleksiyonuna göz atmadan alışveriş yapmamanız tavsiye edilir.
16 Şubat 2013 Cumartesi
2013İLKBAHAR GELİNLİK MODELLERİ
İlkbahar tazeliğin, yeni ümitlerin, yeni başlangıçların mevsimi. Gelin adaylarımızın bu ayda evlenmeyi tercih etmeleri belki de baharla birlikte içte duyulan kıpırtaların, sevinçlerin ve ümitlerin bir nedeni olmasındandır.
Baharda evlenmeyi düşünen bayanlarımız bir açıdan da çok şanslı; sonsuz sayıda gelinlik modeli seçme olanağınız var. Sırt dekolteli gelinliklerden tutunda, dantel işlemeli uzun duvaklı modellere kadar model yelpazeniz çok geniş.
Ancak gelinliklerde etek boyunu kısa tutmak isteyen gelinlerimize bir uyarımız olacak! Duvak boyu ve etek boyunun uzunluğunu düğün esnasında her an yağmur yağabileceğini de düşünerek seçin. Tabii ki bu risk açık havada düğün yapmayı düşünen gelinlerimiz için geçerli.
İlk bahar gelinliği seçerken dikkat etmeniz gereken önemli noktalar;
1-) Baharın en modern en sıradışı gelini siz olun ve gelinliğinizde farklı bir renk deneyin. Uçuk pembe,fildişi yada gök mavisi bir gelinlik sizi baharın reknleri arasında çok şık ve canlı gösterecektir.
2-) İlkbahar gelini içindeki sevinci mutluluğu gelinliğine de yansıtmalı. Mevsim gelinlik modelinde sınırlama hissettirmez. İster çiçeklerle süslenmiş bir model, ister dantellerle süslenmiş bir model, ister dekolteli, ister vücut hatlarınızı saran sırt dekolteli bir model. İstediğinizi giymekte özgürsünüz
3-) Açık havada düğün tertipleyen gelinlerimiz aman dikkat! Yanınıza gelinliğinizle uyumlu ipek bir şal bulundurmanız faydanıza olacaktır. Güneşin varlığına aldanmayın. Her an bir sürprizle karşılaşabilirsiniz.
4-) Uçuk kaçık renkler sizi bekliyor. Sıradanlıktan hoşlanmayanlar için gelinliklerde farklı renk seçenekleri uygulanabilir. Tercihiniz fildişi, gök mavisi yada uçuk bir pembe olabilir..
İlkbahar gelinleri 2013′te çok şık ve zarif olacak. Uzun yırtmaçlı gelinlikler, transparan gelinlikler, dantellerle ve tüllerle süslenmiş gelinlikler yine evlenecek bayanlarımızın hayranlık duyacakları türden. Duvağa ve gelinlik üzerine uygulanan danteller gayet hoş bir hava estirmiş.
Gelinlikte sadeliği ve şıklığı ön planda tutanlara fikir verecek bu modeller, hayatınızın en özel gününde size kendinizi özel hissettirecek. Sizin için seçtiğimiz modellerde kendinizi bir kuğu gibi hissedecek, beyazlar içinde bembeyaz bir sayfaya, mutlu bir hayata başlamanın hazzını yaşayacaksınız.
Eşsiz bir doğal güzelliğe sahip olan ada hakkında ilk bilgi veren Yunanlı tarihçi Heredot, İ.Ö. 459 / 454 yıllarında yöreden Ekatonisos olarak bahsetmiştir.
Bölgeye gelen yazarlardan tarihçi ve coğrafyacı Strabon, Plinius, Klaodius Ailianos ve Ptolomomaios da eserlerinde adadan bahsetmişlerdir. Ama yöreyi tam olarak tanımadıklarından isim vermemişlerdir. Yörede iki batık kent bulunmaktadır.
İ.Ö. 1500 yıllarında Yunanistan'dan gelenler Anadolu'nun batı sahillerinde ve adalarında 12 şehir kurmuşlar. Bu kavmin ismine Aiol deniyordu. Bunlar Çanakkale'den Gediz'e kadar Midilli dahil 12 kent kurmuşlardır. Bu 12 kentten biride Yunt adasının doğusundaki sahilde kurulmuştu. Piri Reis'in 1513 yılında yazdığı Kitab-ı Bahriye'sinde yöre adalarından Yunt Adaları olarak bahsetmektedir. Piri Reis adaların üzerinde başıboş gezen eşek, at ve kısraklardan esinlenerek bölgedeki adalara Yunt Adaları ismini vermiş olduğu tahmin edilmektedir.
İtalyanca bir sözcük olan Cunda sözcüğünün anlamı, Meydan Larousse'da bir denizcilik terimi olarak yelken açmak ya da işaret sancaklarını çekmek için konulmuş yatay çubukların her iki ucu anlamına geldiği yazılmaktadır.
Cunda Ayışığı Manastırı: Kendine özgü yapısını koruyabilen manastır, Pateriça Koyu'nda yer almaktadır. Ay ışığında manastırın kendisi ve çevresi büyüleyici bir güzelliğe büründüğünden bu isim verilmiştir.
Cunda Ayos Yannis Kilisesi: Üç denizi de gören Aşıklar Tepesi'nde bulunan kilise, adanın hemen girişinde bulunuyor.
Taksiyarhis Kilisesi: 1873'te inşa edilen bu kilise, Tevrat ve İncil'den alınan dini konuların işlendiği fresklerle süslenmiş. Bu kilisede bulunan çani şu anda Bergama Müzesi'nde saklanıyor. Dünyanın en büyük çanı olduğu düşünülüyor.
Arnavut kaldırımlarında yürümeden, Taş Kahve'de ada çayı içmeden, tarihi yel değşrmenlerini görmeden dönmeyin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)